7 Eylül 2016 Çarşamba

Smoothie Tarifim...




Tatlı söz konusu olduğunda hem sağlıklı hem de lezzetli bir içecek bulmak zor. Ama smoothie bunu yıkan bir içecek. Üstelik sadece bir bardağı ile 3 saat kadar tok tutabiliyor. Ben genelde karışımlara yulaf eklediğim için doyuruculuğu daha çok artıyor. Spor yapanlar için de çok ideal... Evde mevsimine göre hangi meyve varsa kullanılabilir. Ama ben tercihen, muz, çilek, şeftali, ahududu, kivi gibi meyveler kullanıyorum.

- Kullanacağım meyve. (yoğunluğuna göre meyve miktarını kendim ayarlıyorum. Milkshake kıvamı bence uygun)

- 2 yemek kaşığı yulaf 

- 1 su bardağı süt (soğuk)

Bu malzemeleri blenderda karıştırıyorum. Bazen az miktarda keten tohumu, chia tohumu yada ceviz eklenebilir. Ve bazen kaçamak olsun diye bir top vanilyalı dondurma konulabilir:)

Afiyet olsun...








29 Ağustos 2016 Pazartesi

Eylül ayında beklediğim filmler

Eylül ayı geldi sayılır… Sinema için en güzel aylardan biri… Yazın bolca animasyon ve Pazar filmi tadında yaz filmleri izledikten sonra sağlam film beklentim de yükseldi. En son gittiğim film bir Woody Allen filmi olmasına rağmen hiç tat vermeyen “Cafe Society” den sonra eylül ayı filmlerini sabırsızlıkla bekliyorum.

  1- Tabi ki ilk sırayı Tim Burton’a ayırdım  “Bayan Peregrine’nin Tuhaf Çocukları”


2- Yönetmen Clint Eastwood oyuncu Tom Hanks olunca ikinci sırayı “ Sully” e verdim.



3- Her ne kadar yazın bolca animasyon izlesem de kayıp balık nemodan sonra “Kayıp Balık Dori” de beklediklerim arasında.




 4- Mel Gibson’ın oynadığı “Blood Father”



İyi Seyirler...

5 Nisan 2016 Salı

Tim Burton'dan Yeni Film

Bende yeni filmiyle heyecan uyandıran yönetmenlerden biri Tim Burton. Bir tane de kötü filmi olsun bir yönetmenin... ama yok. Hepsi kendi dalında ayrı güzel.  Geçenlerde ilk fragmanı yayınlandı yeni filminin... Bir türlü fırsat bulup paylaşamamıştım.

Miss Peregrine's Home for Peculiar Children(2016) adlı yeni filmi Eylül'de vizyona girecek.  İçerisinde klasik bir Tim Burton filminden beklenecek derecede fantastik öğe barındırıyor. Jake adında bir çocuğun, terapistinin tavsiyesi üzerine okyanus aşırı bir yolculuk yapıp, bir zamanlar büyükbabasının da yaşadığı ve şimdilerde terk edilmiş olan bir yetimhaneyi bulmak için çıktığı sıradışı yolculuğu anlatıyor. İşte bu da fragman...

28 Şubat 2016 Pazar

Oscara saatler kala tahminlerim:

En iyi film : The Revenant - Diriliş (Kazanır) Mad Max Kazanmalı
En iyi yönetmen: Alejandro González Iñárritu -The Revenant- (Kazanır-Kazanmalı)
En iyi erkek oyuncu: Leonarda Di Caprio -The Revenant (Kazanır-Kazanmalı)
En iyi kadın oyuncu: Brie Larson -Room ve Cate Blanchett -Carol arasında tercih yapamadım
En iyi animasyon: Ters yüz (Kazanır-Kazanmalı)
En iyi görsel efekt: Mad Max (Kazanır-Kazanmalı)
En iyi film müziği: The Hateful Eight (Kazanır-Kazanmalı)

3 Şubat 2016 Çarşamba

The Revenant (Diriliş) Filmi Değerlendirme



Diriliş (The Revenant) diğer filmleri izlerken reklamlarda fragmanına hayran kaldığım filmlerden biriydi. Bu yüzden vizyona girdiği hafta hemen izledim. Bir film izlemeden önce nasıl bir beklentiyle gittiğiniz filmle ilgili yorumlarınızda çok belirleyici oluyor. Hoş bu yaşamın her alanında geçerli…Favori yazarınızın yeni bir kitabına yüksek beklentiyle başlamak, ya da sevdiğiniz birinden yüksek beklenti içerisine girmek… İşte bunların sonu hüsran olabilir. Her neyse filme döneyim… Fragman sizi bu beklentiye sokuyor ister istemez. Çünkü Leonardo DiCaprio’nun oyunculuğu buram buram ben burdayım diyor. Ve fragmanda aksiyonu oldukça yoğun yaşayacağınızı anlıyorsunuz.  

Filme efsane bir aksiyon izleyeceğim diye gittim.

Filmin Konusu Kısaca: İskoç kökenli bir avcı olan Hugh Glass (Leonardo DiCaprio) bir keşif gezisinde, bir ayının saldırısına uğrayarak ölümcül bir şekilde yaralanır. Hayatta kalma umudu çok zayıf olan Glass, arkadaşları tarafından vahşi doğada ölüme terkedilir, oğlu da öldürülür. Müthiş bir dayanma gücüyle hayatta kalmayı başaran Glass, oğlunu öldüren John Fitzgerald’dan (Tom Hardy) intikamını alabilmek için tüm Amerika’yı baştan başa dolaşmaya hazırdır. 

Başlıklar altında değerlendirmek daha doğru olur.

Senaryo: Öyküsel olarak en genel anlamda bir hayatta kalma mücadelesi anlatılıyor. Hayatta kalma mücadelesinin tema olduğu bütün filmler hele bir de aksiyonsa olursa tadından yenmez…  Hayatta kalma mücadelesini izlerken, sürekli “ben olsam bunu yapamam…yapabilirim” diye kendinizi ve doğanın zor şartlarını değerlenirirken buluyorsunuz. Bırakın gerçek hayatı bu filmde oyunculuk yapmak bile gerçekten zor olabilirdi diye düşünmeden edemiyor insan.

Aksiyon: Aksiyon beklentim daha yüksek olduğu için filmin genelinde çok fazla heyecan yaşamadım. Ama  DiCaprio’nun ayı ile olan mücadelesi gerçekten keyifli bir aksiyondu. Hatta o sahneyi izlerken, koltuk kenarına fazlaca yapıştığım ve ellerimi sıktığım doğrudur.

Görsellik: Görsellik bakımından kar manzaraları, yüksek uçurumlar enfesdi. Vahşi hayvanların olduğu sahnelerde oldukça zengindi. Görsellik senaryonun önüne sıklıkla geçiyordu. Bazen soğuktan üşüyormuş gibi bile hissedebiliyorsunuz.

Oyunculuk: Benim bu filmde en sevdiğim kısım sanırım DiCaprio’nun oyunculuğuydu. Gerçekten hakkını vermiş… Bu sefer oscarı alır diyorum.

Alıntı replikler:
“- O postlar çalıntı!
- Hayır. Bizden her seyimizi çalan sizsiniz. Her seyimizi! Topraklarımızı. Hayvanlarımızı.” (Kızılderili)”
“Rüzgarın sesini duyuyor musun baba? Annem, rüzgarla ilgili ne söylerdi, hatırlıyor musun? Rüzgar, güçlü kökleri olan bir ağacı yenemez.”
“Nefes aldığın sürece, savaş.”

Son olarak,  Diriliş’i fazla beklentiyle izlediğim için beklentimin altında bir tabloyla karşılaştım. Bu yüzden  bazen izlemeden önce filmle ilgili değerlendirmeleri okumamak ya da o muhteşem fragmanı izlememek iyi olabilir.  

İyi Seyirler…

20 Ocak 2016 Çarşamba

Kadınlar Rüyalar Ejderhalar- Ursula K. Le Guin


Ursula’nın çeşitli denemelerinden oluşan kitabı “ Kadınlar Rüyalar Ejderhalar” geçtiğimiz hafta sonu iki günde bir solukta bitiverdi.  Daha önce Ursula’nın herhangi bir romanını özellikle “Yerdeniz Büyücüsü” nü okuyanların bu kitabı okuması kitabın içeriği açısından daha anlaşılır olmasına neden olacaktır. Nitekim “Yerdeniz Büyücüsü”ndeki Ged’in yazar tarafından nasıl yaratıldığının anlatıldığı bir bölüm var.

Gelgelelim kitaptaki diğer bölümlere… Bu sefer fantastik öykülerden ziyade Ursula ve “yazmak” eylemiyle ilgili değerlendirmeleri hakkında fikir sahibi oluyoruz.  Kitapta daha önceden okuduğumuz fantastik romanlarında kurguyla bize aktardığı Ursula bakış açısını, bu sefer doğrudan düşüncelerle kendisi ifade ediyor. Örneğin, feminist bakış açısını kurgudan çıkarabilirken romanlarından, buradaki denemesinde kadınlık, yazarlık ve hayata dair doğrudan bir anlatımı var. Ya da Yerdeniz Büyücüsü’nde Jung’un gölge arketipini kullanıldığını biliyorsunuz ama Jung ile ilgili sempatisini  ve düşüncelerini doğrudan bir anlatımla bu kitapta bulabiliyorsunuz.

Benim en sevdiğim bölümler ise “Gölge ve Çocuk” , “Çuval Kuramı ve Kurgu” oldu.  Çuval Kuramı feminist tarafıma iyi geldi, Gölge ve çocuk kısmı da çok ilginçti.
Son olarak kitabı okurken Ursula’nın karşınıza oturmuş bir yandan kahve içerken bir yandan da sorularınızı cevaplıyor gibi samimi bir anlatımı var. O yüzden kısa sürede okunabilir.
İyi Okumalar…

 Not: Kitaptan altını çizdikleriminden bazılarını paylaşıyorum:

“Çocuklara tamamen dürüstçe ve gerçeklere dayanarak iyilik ve kötülükten söz etmenin yolu, benlikten, iç, en derin benlikten söz etmektir. Bu çocukların başa çıkabileceği zaten başa çıktıkları bir şeydir; aslında büyürken tek işimiz de budur: Kendimiz olmak. Bunun ümitsiz bir iş olduğunu hissedersek ya da tersine hiç emek istemediğini düşünürsek başaramayız. Bir çocuk çaresizliğe ya da sahte bir kendine güvene zorlanırsa, korkutulur ya da pışpışlanırsa, gelişme güdük kalır ya da yolundan sapar.
Büyümemiz için bize gereken gerçekliktir, insan erdemini ya da kötülüğünü aşan bir bütünlüktür. Bilgiye, kendimizi bilmeye ihtiyacımız vardır. Kendimizi ve gölgemizi görmemiz gerekir. Çünkü gölgemizle yüzleşebiliriz; onu kontrol edebilir, onun rehberliğini kabul edebiliriz: böylece belki de büyüdüğümüzde, güçlenip toplum içinde sorumlu yetişkinler olduğumuzda, dünyada yapılan kötülükler, katlanmak zorunda olduğumuz adaletsizlikler, azap ve acı karşısında ve o en sondaki nihai gölge karşısında, çaresizlikle teslim olmaya ya da gördüklerimizi inkâr etmeye daha az eğilimli oluruz.”

 “ Eğer çocukluktaki hayal gücünün kökünü kazıyabilirseniz, o çocuk büyüyünce patates olur.”

“ Hiçbir şey acı kadar kişisel ve paylaşılmaz değildir.”


19 Ocak 2016 Salı

"BÜYÜK AÇIK" Film Eleştirisi



Hafta sonu iki film arasında kalıp, Büyük Açık’ı izlemeye gittik. Diğer film ise Tarantino’nun son filmiydi. Filmi izlemeden, bütün filmlere gitmeden önce yaptığım gibi önce konusuna sonra imbd puanına baktım. Konu bankalarla ve ekonomiyle ilgili olunce pek içime sinmedi ama oyuncu kadrosuna tav oldum.  Prestij ve makinist gibi filmlerde oyunculuğuna hayran kaldığım Cristian Bale, Ryan Gosling , Brad Pitt ve Steve Carell… Brad Pitt’in filmde başrolde oynamadığını afişten anlamalıydım ama filmin yarısına kadar Brad Pitt arayışım oldu.

Kısaca filmin konusu, gerçek bir hikayeye dayanıyor. 2008 yılında Abd’deki finansal kriz filmin ana hattı. Krizi öngören dört kişi bankaların ve devletin bunu ön görmemesiyle harekete geçer.  Fakat bu yolculuk sırasında modern bankacılığın ya da kapitalizmin karanlık yüzüyle de tanışmış olurlar. Film bu yüzden bol bol finansal terim içeriyor. Film arasında “hiçbir şey anlamadım abi..” diye çıkanlar çok oldu. (Molada diğer izleyenlerin yorumlarını dinlemek keyiflidir)

Bana biraz mizahi bir belgesel tadı verdi.  Hatta filmde arka sesin konuşması “How I met your mother?” ın Ted’ini anımsattı. O kısımlar bu kadar finansal terimin arasına mizah serpiştirmiş.  Benim en keyif aldığım kısım ise ana karakterlerin hepsinin bir takım psikolojik özellikleriyle dikkat çekiyor olmasıydı. Christian Bale(Michael Burry) bir gözünü kaybetmiş ve asperger sendromu yaşıyor,Steve Carell(Mark Baum) kardeşini kaybetmesinin etkisiyle dünyaya çok pesimist bakıyor, Ryan Gosling(Jared Vennett) aşırı kibirli bir karakter, Brad Pitt(Ben Rickert) ise enteresan yaşantısıyla dikkat çeken bir özelliğe sahip. Tabi karakterlerin bu özelliklerine teğet geçiliyor. Çok fazla derinlemesine bir anlatım yok.

Eğer ekonomi alanında bir akademisyen olsaydım bu filmi derslerimde kesinlikle izletirdim ama finansal bilgiye ve ilgiye sahip olmayanlar için biraz uzak gelebilir. Bu oyuncu kadrosuyla beklentimin altındaydı evet…  ama filmle ilgili yazılan bazı yorumlara (Çok sıkıcı, kötü gibi)  da katılmıyorum.

 Tarantino filmine öncelik tanıyabilirdim J))


İyi Seyirler…

14 Ocak 2016 Perşembe

Lidar'dan...

"Dostoyevski epilepsi hastası, homofobik ve iflah olmaz bir kumarbazdı. Oğuz Atay sevdiği kadına yakın olabilmek uğruna karısından boşanıp sevdiği kadının kocasıyla arkadaş oldu evlerine daha sık gidebilmek için. Salinger yaklaşık kırk yıl evinden dışarı adım atmadı, tek bir kare bile fotoğrafı çekilemedi. Yusuf Atılgan Türk Edebiyatının kilometre taşları sayılabilecek iki büyük eseri yazdıktan sonra (Anayurt Oteli ve Aylak Adam) insanlara küstü, bir köye yerleşip otuz yıla yakın neredeyse tek bir satır bile yazmadan çiftçilik yaptı. Althusser elli yıldır birlikte olduğu ve taparcasına sevdiği karısı Helen'i bir sabah yanıbaşında uyurken elleriyle boğdu, bu boktan hayata daha fazla katlanmasına seyirci kalmaması için. Stephan Zweig'de tıpkı Althusser gibi yaptı, tek farkla, o tabanca kullandı karısı ve kendisi için. İnsan ırkına duyduğu güvensizlik Walter Benjamin'i Fransa sınırında kendi kafasına sıkmaya zorladı. Hemingway yalancının tekiydi, Jean Genet gasptan tecavüze kadar bulaşmadık suç bırakmadı ve ömrünün yarısını hapiste geçirdi. Kierkegaard çok sevdiği nişanlısı Regine Olsen'i terk etti, çok sevdiği için. Ömrü boyunca hep acı çekti bu yüzden ama soranlara da yaptığının doğru olduğunu söyleyip durdu. O kadar çok seviyordu ki Regine'i ve o kadar nefret ediyordu ki kendisinden, evlenip onun kendisine 'maruz kalmasına' izin veremezdi!..
En sevdiğim yazarlardan bir kaçının kısa yaşam öykülerini anlatmaya çalıştım. Bir yerlerde bir terslik var ama nerede bilemiyorum.."

(Ali Lidar)

Ben ki müptelasıyım anlatmadan anlaşılmanın,
anlatmaya yeltendiğimde sesimi çocukluğum kesiyor....

(Ali Lidar)

11 Ocak 2016 Pazartesi

10 Ocak 2016 Pazar

Fuardan Seçtiklerim



Yeni Kitap kokusu... Çok severim... Fuardan bunları seçtim. Ama gözüm doymadı aklım bir sürü kitapta kaldı ne yalan söyleyim... Yeni alınmış kitaplara tarih yer ve isim yazmak okumadan önceki en zevkli kısım. Yıllar geçince kitabın kapağını açınca o zamana geri dönüyor insan.

Okudukça kitaplarla ilgili yazılar elbette ki yazarım.
Bana iyi okumalar:)

9 Ocak 2016 Cumartesi

Film: The Lobster


Tavsiye üzerine gittiğim filmler genellikle hüsranla sonuçlanmıyor. Bu filmde onlardan biri… Aynı hafta “Star Wars: The Force Awakens” da izleyince biraz daha aksiyonu az, farklı bir alanda film iyi geldi. The Lobster, bir distopya öyküsü. Kısaca spoiler vermeden konusundan bahsedeyim:

 “Bekar olmanın, yasadışı olduğu bir toplum tipi. Yalnız kalmış, ilişkisi olmayan insanların bir bakıma tutukluluk hali gibi, otele yerleştirdikleri bir düzen anlatılıyor. Yalnız birey, 45 gün içerisinde bir ilişkiyi başaramazsa, kendinin de seçtiği bir hayvana dönüştürülüyor. Ayrıca otellerde insanlar belirli aralıklarla bekar insan avına çıkartılıyor.”

 Kısaca öykü böyle başlıyor da diyebilirim.

 Kara mizah olarak adlandırılabilecek yapımda toplumların tek tip insan yaratma çabalarına ciddi bir eleştiri var. İnsanların bu tek tipleşme karşısında verdiği tepkiler de hem mizahi yönden hem de acı yönleriyle işlenmiş. Bu yüzden zaman zaman acı olana gülerken de bulabiliyorsunuz kendinizi… Son olarak bazı filmler vardır ki film bittikten sonra günlük yaşama döndüğünüzde, sıklıkla referans gösterirsiniz. Filmle ilgili konuşmaktan kendinizi alamazsınız. Sanırım The Lobster da onlardan biri…

 İyi Seyirler…

7 Ocak 2016 Perşembe

10. Ankara Kitap Fuarı


8-17 Ocak tarihleri arasında Ankara'da kitap fuarı olacak. Tabi etkinlikten haberdar olur olmaz fuardaki katılımcı yayın evlerine baktım. Benim için iletişim, metis, sel olması gitmem için zaten bir sebep ama listeye baktığımda bir çok iyi yayınevi var. Ot Dergisi ve uykusuz da tuzu biberi olur tadına tat katar. Benim hafta sonu etkinliğim belli oldu. Daha fazla ayrıntı için bu linke göz atabilirsiniz:

http://www.eylulfuar.com/10-ankara-kitap-fuari-katilimci-listesi.html